Günümüzün kişisel gelişim rüzgarları ruhsallık ve dünya hayatını birbirinden ayırsa da her iki alan da birbirinden ayrılamaz. Ruhsallık ile maddesel dünya hayatı, iç içedir. Hatta daha da ileri gidip bu dünyanın ölümsüz olan ruhun tekamülüne sahne olmak için kurgulanmış bir okul olduğunu söylemek daha doğru olur. O zaman beden arabasında dünya okulundaki tekamülünü arayan bizlerin dikkat etmesi gereken 5 kibir tuzağından bahsedelim. Evet, bugün konumuz, Dünya Okulunda Ruhsal Dönünüşüm Önündeki 5 Tuzak...
İlk günah varsa son günah da olsa gerek ve bence son günah için en iyi aday, kibir.
Geleneksel olarak ilk günah, yasak meyveyi yemekle (iyi ve kötüyü bilme konusunda) Tanrı'ya itaatsizlik eden ve sonuç olarak günahını ve suçunu kalıtım yoluyla torunlarına aktaran ilk insan Adem'in günahına atfedilir. Doktrinin temeli İncil'dedir. Hatta Hıristiyan doktrin daha da ileri giderek insanın günahkar bir varlık olduğunu salık vererek konuyu asli günah kavramı ile açıklar.
Asli günah, insanların doğum anından kusurlu, yenilenmeye ihtiyaç duyan bir doğaya sahip olduğunu ve günahkar olarak yaşadıklarına göre miras aldıklarını kabul eden Hıristiyan doktrinidir. İnsanoğlunun sırtına yüklenen ağır yük ve leke Yedi Ölümcül Günah ile de devam eder. Bu günahlar içinden kibir ise şeytanla ilişkilendirilerek günahların en büyüğü olarak yerini alır.
Neden mi?
Çünkü kibir insanı en güçlü anında yakalar. Vezirken rezil eder. Aslanken kaz yavrusuna çevirir. Sırtını azgın rüzgarlara verip okyanusta hız yaparken rotadan çıkmana sebep olur. En saf haldeki suretler ve kavramlarla gelip en kutsalınızla sizi sınar. Zihinsel putlarınızı kullanarak insanı en büyük değerleriyle dahi sınar. Bu yüzden de insan cemali ve celali kendi içinde bir ederek içindeki savaşı bitirene dek kibir insanı en ama en güçlü anında dahi yere çalar. Boşuna Sufi üstatlar dünya okuluna küçük bir karıncanın dev bir fili yere çaldığı bir cenk meydanı dememişler.
Devam etmeden insan ruhuna kara bir leke olarak yapıştırılmış şu günah kavramına kısa bir yorum yapmak istiyorum izninizle.
Beden arabasındaki yolculuğumuzda madde dünyasının genetik, ailevi, çevresel, ve kültürel tesirleri ile kaderi planımızı gerçekleştirmek için aldığımız negatif etkilere günah demek ile bu dünyevi etkileri dünya ait olmayan, kaynağı ilahi olan saf ve biricik ruhumuzla ilişkilendirmek bana hiçbir zaman makul ve mantıklı gelmemiştir. İnsan ruhu, Allah'tan bize emanet bir Tanrı Parçacığı olmasından dolayı saf ve paktır, ancak o kainat-ı muazzama okyanusundaki damla, içine girdiği beden kabının şeklini ve rengini aldığı için ve bu kaba girme sürecini de unuttuğu için özünü, kaynağını ve potansiyelini kapalı şuurla doğduğu dünya yaşamında unutur. Dünya illüzyonuna kişilik zannı ile tutunarak hakikatlerden bihaber yaşar, gider. Ta ki bir gün birileri o uyandırıcı ilk şok tesirlerini verene kadar.
Evet, insanın matrix yaşamından ya da nefs emmaresinden çıkmasını sağlayan o ilk cemali ya da celali şok ile başlayan ruhsal dönüşüm yolculuğundaki 5 kibir kapısını aralayalım yavaş yavaş...
Entellektüel kibir (Filozofun kibri)
Kendisinin ve hayatın görünenden, anlatılandan, bilinenden fazlası olduğunu insan bir kere anladı mı, artık daha fazla ne var diye büyük bir merakla araştırmaya ve öğrenmeye başlar. Ne bulursa dipsiz bir kuyu gibi yalayıp yutar. Öğrendikçe ve bildiğini zannetmeye başlar ki işte o noktada kibir denen o illet gelip yakasına yapışır. Sonsuz bilgi okyanusunda az biraz bildikleriyle Evraka diyerek dört bir yöne haykıran insan, kendisi gibi öğrenmeye başlayanlarla, kendinden daha fazla bilenlerle ve hatta bilmeyenlerin yeniye ve değişime olan cahil, inatçı direnciyle karşılaşınca kibrinin vahşi pençesinde bir ego şişmesi yaşamaktan kendini alıkoyamaz.
Eğer bir şekilde kendine ayna tutar ve hayatın çeşitli vesilelerle ona sunduğu o sözlü ve sözsüz geribildirimleri okuyabilirse, ne ala. O noktada değişebilir. Ancak görmez ve aynı yolda devam ederse, çıktığı yoldan sapar ve belki de bulunduğu seviyede karanlık tarafa geçerek gerisin geri düşer. Bilgi, bilgelik ve üst bilinç doğuran için lazımdır. Doğurmuyorsa, sorun var demektir.
Ezoterik kibir
Bilgi kapısını aşıp da ayaklı kütüphaneye dönmekten kendini kurtaran kişi edindiği bilgi ve becerileri içsel yolculuğunda kullananan kişidir. Kullanılan bilgi, içsel dönüşümü tetikler ve insan sürünmekte olan bir tırtıldan göklere kanat çırpmaya hazırlanan rengarenk bir kelebeğe döner. Ancak bir anka kuşu gibi o eski realitesinden bir ötedeki daha güçlü, mutlu ve başarılı hissettiren üst mertebede doğmak kişiyi kibre açık hale getirir. O muhteşem ve beklenenden büyük dönüşüm sahneye ilk defa çıkan yağız gencin hayallerini azdırması ve egosunu tetiklemesi gibi ezoteristin de aklını çelebilir. Bu seviyedeki yeni evraka naraları hele bir de akıl soranların başına üşüşmesi ile kişinin egosunu uçurur.
Mistik kibir
Ruhsal dönüşüm yoluna akılla çıkılır ancak sonra akıldan da çıkılır. Bu demek değildir ki akıl yolda bırakılır ve bir daha kullanılmaz. Akıl, her zaman hakikati arayanın pusatıdır. Ancak ezoteristin hakikati arayış yolculuğunda sezgileri kullanmasıyla beraber bir noktadan sonra gölü de açılır ki işte o nokta ilahi birliği idrak etmesine vesile olur. Kalp denen o et parçasına Cemalnur Sargut'un deyimiyle hakikatin nuru dokununca kalp, gönle dönüşür. Zaten noktada yere göğe sığmayan insanın gönlüne sığar olur.
Tabii, kibir bekler mi? Beklemez. Bu mistik makamların da zevk ve esrimeleri kibir uzağına düşülürse kişiyi yarı yolda bırakır. Zira henüz hakikati arayan abdal, yeni vardığı bu mertebede celal sınavını vermemiş, celal tarlasında daimi cemali bulmamıştır. Yanmadan ve içmeden de bulamayacaktır.
Okültik kibir (Şifacının kibri )
Mistik seviyede ilahi birliğin idrakiyle kendisinin ve diğer insanların realitesiyle mücadele etmeyi bırakarak her şeyi olduğu gibi görmeye, her şeyin Bütün'ün farklı görünen ama özünde aynı olan parçalardan oluştuğunu anlayan, evreni yöneten ilahi yasaları kavramaya başlayan kişi, bu yasaları nasıl kullanarak Bütün'ün hayrına hizmete başlar. Bu yola rehbersiz çıkarsa ve deneme yanılma ile ilerlerse kibir hemen geliverir. Simyacının kibri ya da şifacını kibiri diyebileceğimiz akıl ile anlaşılmaz şeylerin gerçekleşebileceği bu süreç başkalarına mucize gibi görüneceğinden okültistin başın mucize arayanlar üşüşür. Verilen her bir şifa, derde deva olunan her çaba kişiyi mutlu ederken kibre de zemin hazırlar.
Üstadın kibri
İlk dört seviyedeki kibri geçen kişi artık kendini yenmede büyük çaba sarf etmiş olsa da artık bir ustadır ve ustaların başı boş durmaz. Öğrencisi kapısından eksik olmaz. Havas ilminde ustalaşmasında rağmen havass-ül havas seviyesine gelmesi bu seviyedeki kibri de yenmesine bağlıdır. Tasavvufta normal insanların ruhsal gelişim sürecine seyri süluk denirken hakanlarlarınkine hakan-ül seyri süluk denmesi boşuna değildir.
Hakanların seyri süluku farklıdır çünkü tüm bilgeliğine rağmen mış gibi yapmalı, sıradan insanın alamayacağı zor kararları alabilmeli, en yakınındakiler bile adaletten saparsa dahi onlara adil, arif, zarif davranmalı, herkese eşit mesafede durmalı, eleştirilere tahammül edebilmeli vs vs. Zordur zirvedeki güç mevkiinde olanların tekamül sınavı.
Üstatların da hali budur. O zirve hali baş da döndürebilir, izleyenleri de uçurabilir. Mürid, mürşidi uçurur dense de önce mürşiddir müridinin gönlünü uçuran, aklını kanatlandıran, engellerini kaldıran. Ancak bu başarılar da kibrin uzaktan uzaktan kıs kıs gülerek üstada yaklaşmasını engellemez. Bazen öğrencilerin takdirleri ile gelir, bazen inatçı direnişi ve başkaldırışı bazen de uyumu ile
Evet, sevgili dostlar.
İlk günahtan çok son günaha dikkat etmemiz gerektiğini umarım anlamışsınızdır. Kişi Hz.İsa'nın ikiyi bir etmekle işaret ettiği Sufi üstatların dediği o cemal ile celali birleştirip kemale varma makamına ulaşmadıkça, yani tevhid ehli olmadıkça kibir her an insanı geriye çekebilir, yolundan satılabilir.
Sevgiyle kal,
Kenan
Comments